Yusuf Atılgan Aylak Adam kitabında, insanların belli durum ve olaylar içinde farklı yaşamlar kuşandıklarını söyler. Ondan tam olarak alıntılayacak olursak, “…belli günlerde belli yaşamaları vardır. Pazar günleri pazarlık yaşamalarını kuşanırlar, çarşambaları çarşambalık!” diyor. Pazarları sevsek de sevmesek de durum değişmiyor; bugünün kendine ait rutinleri var. Bu rutin hepimiz için değişebilir. Bazılarımız için geç uyanma bazılarımız içinse yeni okumalara yelken açma günü. Herkesin kendine ait bir rutine sahip olduğunu kabul edip, pazar gününün farklı yaşamlardaki yansımasını görmek için bu kez Zeytinburnu Belediye Başkanı Ömer Arısoy’un kapısını çalıyoruz. Aklımızda “Bir belediye başkanının pazar günü nasıl geçer?” sorusu var. Biz bu sayfanın takipçilerinin çok iyi bildiği ilk sorumuz olan “Klasik bir pazar gününüzü tarif eder misiniz?” sorusunu yöneltiyoruz kendisine. Arısoy şöyle yanıt veriyor: “Bizim klasik pazarımız, çocukların eğer okulla ilgili bir meselesi yoksa geç ve güzel bir kahvaltıyla başlardı. Ancak belediye başkanlığımızdan bu yana hafta sonlarımız hemşerilerimize ait. Tamamen boşaltamadığımız günler cumartesi ve pazardır. Çünkü bugünler hemşerilerimizin nikahları, düğünleri, açılışları, etkinlikleri olur. Pazar günleri tüm zamanımızı Zeytinburnululara ayırırız. O nedenle pazar günü bir belediye başkanı için “klasik” bir pazar günü değildir. Hafta içinden tek farklı evden biraz daha geç çıkmamız olur. Benim için o sabah vaktini de aileyle değerlendirmek çok kıymetli.”
Malum, pazar günleri biraz da “sıkıntısı”yla anılır. Ancak farklı düşünmek de mümkün. Ünlü yazar Jose Saramago da, Kopyalanmış Adam’da “…pazar günleri genelde kasvetli, sıkıntılı geçer, ama bazı pazarlar vardır ki insan dünyaya geldiğine şükreder.” der. Biz de Arısoy’a pazarları sıkıntı olmaktan kurtarmak için önerileri olup olmadığını soruyoruz. “Ben önceden beri canımın sıkıldığını hatırlamam.” diyerek başlıyor söze. Ardından şunları anlatıyor: “Canı sıkılanlara da üzülürüm. Çalışan insanlar için pazar başka bir rutin, doğru. Ama insanın haftanın her gününde – saatinde yani her fırsat bulduğunda sadece kendisi için yaptığı merakları, uğraşları, hobileri olmalı. Ben gençlerle her buluştuğumda, kendileriyle birlikte büyütecekleri, zaman içinde derinleştirecekleri meraklarının olması gerektiğini söylüyorum. Ben belediye başkanlığı görevimden önce, yani pazarları tamamen tatil yapabiliyorken, bu günleri iple çekerdim. Kendimi bildim bileli hiçbir pazardan sıkılmadım. Çünkü bugün sadece kendi programımı uygulayacağım gün olmuştur. Hatta pazar günü için kendi gündemimi oluştururdum. Genel olarak insanın hayattan zevk alması için de işimiz dışında bir çabamızın olması gerekir. Bu edebiyat, sanat da olabilir, ahşap oymacılığı da… Veya resim, tezhip, ebru, spor… Bu hem bizi mutlu eder, can sıkıntısından kurtarır hem de bu uğraş bizi dönüştürür, geliştirir. Ortalamayı aşan her ilgi bunu sağlar.”
Peki kendi gündemimizi oluşturabileceğimiz bugünün belli bir bölümünü beyazperdeye ayıracaksak neler izlemeliyiz? Arısoy’a bugün izlenecek en iyi filmleri sorduğumuzda bize birden çok öneri sunuyor. “Film seçimleri aynı kitaplar gibi insanın haleti ruhiyesine göre değişebilir. Her mevsim aynı filmden hoşlanmayabilirsiniz.” diyen Arısoy, “Ama bunun yanında kitaplar ve filmler tekrar tekrar okunmak ve izlenmek içindir.” ifadelerini kullanarak şunları aktarıyor: “Benim önerilerim şunlar olabilir; Babam ve Oğlum filmini çok severim, ailecek de izlenmesini tavsiye ederim. Uzun kış günlerinde Doktor Jivago izlenebilir. Yine eskilerden Sevmek Zamanı’nı döne döne izleyebiliriz. Biraz politik bir yönüyle de Akbabanın Üç Günü’nü ve bir klasik olan İyi, Kötü, Çirkin’i de eklemiş olayım.”
Gelelim kitaplara… Arısoy acaba pazarları hangi kitapları okuyor? Bu soruyu yöneltince şunları söylüyor bize: “Biraz önce de bahsettiğim gibi pazar günlerini hemşerilerimizin davetleriyle geçiriyoruz ama bu davetler genelde öğle saatlerinde başlıyor. Dolayısıyla sabah her zamankine göre evde daha fazla vakit geçiriyorum. Bu zaman aralığı daha geniş olduğu için fikri takip ve dikkat gerektirecek kitaplara yöneliyorum. Yani pazar günleri şu tür kitapları okuyorum diyemem ama zamana göre bunu planladığımı söyleyebilirim. Erken saatlerdeysek zihni çabanın gerektiği felsefe gibi alanlardaki kitapları okuyorum. Günün geç saatlerindeysek hatırat ve romanlara yöneliyorum. Zamanıma göre okumalarımı planlıyorum.”
Pazar günleri görüşmeyi tercih ettiğiniz arkadaşlarınız var mı, diye sorduğumuzda ise Arısoy meselenin iki yönünü izah ediyor. Pazar günleri çalışıyor olmasına rağmen iş arkadaşlarını acil bir durum olmadığı sürece aramadığını belirterek, sadece meseleleri unutmamak için mesaj attığını söylüyor. Ardından da “Çok acil bir durum veya seçim dönemi değilse pazar günleri toplantı da yapmam. Çünkü bugün onların tatil hakkıdır. Ben tatil günü yapılacak toplantıdan hayır geleceğini düşünmüyorum. Arkadaşlarımla sohbet için de pazarı tercih etmem, çünkü herkesin kendi gündemi, rutini oluyor.” cümlelerini kuruyor.
Gelelim son ve en keyifli soruya: “Pazar günü bir insan olacak olsa nasıl birisi olurdu?” Arısoy bize şu yanıtı veriyor: “Bence kesinlikle şen şakrak, neşeli, mutlu bir insan olurdu. Kıyafet dahil olmak üzere hafta içi günlerinin bir standardı var. Ama pazar öyle değil. Düşünün ki sabah kalkıyorsunuz ve işe gitmek zorunda değilsiniz. Bu muhteşem bir şey! Elbette şunu da eklemem gerek; Allah nasip eder uzun ve sağlıklı bir emeklilik hayatım olursa, pazar sabahları işe gider gibi kalkıp, -çok sayıda kitabın yer aldığı bir kütüphanesi olan- çalışma mekânıma gitmeyi hayal ediyorum. ”
Arısoy’un pazar günleri favori yemekleri ise sabah kahvaltılarında muhlama, akşam yemeklerinde ise lahana sarmasıymış. Favori mekânı da duruma göre değişiyor. Evde eğer ailesiyle vakit geçirmiyorsa çalışma odasında olmayı sevdiğini söyleyen Arısoy, “Belediye başkanlığından önce doğa ile baş başa olabileceğimiz yerlerde kahvaltı yapmayı çok önemsiyordum.” diyor. “En güzel ve en kötü geçen pazar gününüz hangisi?” dediğimizde de şunları ifade ediyor: “Genel olarak ‘bu günüm kötü veya iyi geçti’ şeklindeki düşünmeyi doğru bulmuyorum. Kendimizle olduğu kadar hayatımızla da barışık olmalıyız. Bazı pazar günleri sabah erken saatlerden akşam çok geç saatlere kadar çalıştığımız olur. O gün hiç dinlenecek zaman kalmaz. Ancak bu telafi edilebilir bir durumdur. Önemli olan insanın kendi hayatından mutlu olmasıdır.”